14 Şubat 2012 Salı

Sevgililer gününüz kutlu olsun..

Değişmek ve Değiştirmek ( 1 )
Doğan Cüceloğlu 
Değişmek kimsenin hoşuna gitmez; çünkü kolay değildir.
Seminerlerimde, konferanslarımda, “Değişmek hoşunuza gider mi?” diye sorduğumda, çoğu kere hiç kimse el kaldırmaz.
Aynı gruba, “Bazı yönlerini değiştirmek istediğiniz biri var mı?” diye sorunca yüzlerce el kalkar.

Sorunlarını paylaşmak için benimle konuşanların hemen hemen hepsi, değiştirmek istedikleri çocuklarından, anne ve babalarından –özellikle kayınvalidelerinden, abla veya ağabeylerinden, amcalarından, dayılarından, komşularından, tabii ki en çok eşlerinden söz ederler.
Kendini değiştirmek için benden akıl isteyen hemen hemen hiç olmaz.
Yeni Tanıştığımız Hoşumuza Giden Kişi
Eşler yeni tanıştıklarında birbirlerinden hoşlanırlar ve birbirlerini değiştirmekten hiç söz etmezler. Karşısındakinin hoşuna gitmeyen yönleri olsa bile, yokmuş gibi davranır.
Flörtümüz, doğa gezilerini çok severim, derse, biz de sevdiğimizi söyleriz. Aslında hiç doğa gezisi yapmamışızdır, hatta bu tür gezilere pek istek duymayız, ama onun hoşuna gitmek için öyle söyleriz.
Hiç yemek yapmasını bilmem, derse, önemli değil, zaten ben dışarıda yemeyi daha çok severim, deyiveririz. Aslında, dışarıda yemekten sıkılmışızdır ve evin rahatlığını özlemişizdir.
Erkek futbol maçıyla ilgilendiği için kızda ilgilenirmiş gibi görünür.
Sporla, sanatla, operayla, tiyatroyla ilgili bol bol konuşuruz ve biz de sanat ve müziği çok sevdiğimizi söyleriz.
Böyle başlayan ilişkiler evliliğe kadar gider ve çoğu kez eşlerden biri veya her ikisi, hele bir evlenelim, ben onu daha sonra değiştiririm, düşüncesindedir.
Burada iki soru akla geliyor:1- Neden böyle yapıyorlar? Ve 2- Böyle başlayan evliliklere daha sonra ne oluyor?

 Neden Böyle Yapıyorlar?
 Bilinçsizlikten böyle yapıyorlar.
Hangi konuda bilinçsizler?
Birçok konuda bilinçsizler:
- Evliliğin ne denli önemli ve ciddi bir ilişki olduğunu, o nedenle dürüst temeller üzerine kurulması gerektiği konusunda bilinçsizler;
- Kendisi istemedikçe, insanları değiştirmenin olanaksız olduğu konusunda bilinçsizler;
- Yalan üstüne kurulmuş bir ilişki içinde kişinin kendi özüne yabancılaşacağı konusunda bilinçsizler;
- Kendi özüne yabancılaşmış bir insanın anlamlı, coşkulu ve güçlü bir yaşamı olamayacağı konusunda bilinçsizler;
- Yaşamın anlamlı, coşkulu ve güçlü olmasını amaç edinmeyip, yaşamı mevki, para, mal, mülk ve şöhretin aracı kılmanın yaşamın özüne ters düştüğü konusunda bilinçsizler.
Bu liste daha uzayabilir, ama yukarıda saydıklarım üzerinde düşünülmesi gereken önemli boyutları kapsıyor.
Daha Sonra Ne Oluyor?
Bir insanı daha sonra değiştiririm düşüncesiyle kurulan evliliklerde eşler, evlendiği kişinin özüyle değil, kendisine getireceği ‘şey’le ilgilenir. Bu ‘şey’ mal, mülk, sosyal statü, mevki ve benzeri olabilir.
Evlendiğim kişi elde etmek istediğim ‘şey’in aracıdır.
Evlendiğim kişinin benim yaşamımdaki anlamı yaşamıma getirdiği ‘şey’den daha fazla olamaz.
Böylece eşler birbirlerini elde etmek istedikleri ‘şey’lerin aracı olarak görürler ve bu evlilikten istedikleri eşini işine yarayacak araç haline getirmektir.
İşine yarayacak araç haline getirmek için eşinin değişmesini ister.
Bu tür evliliklerde yüzler dost görünürken özler birbirine düşman olmaya başlar.
Evliliği sürdürmek isteyen eş, kendisinin araç olarak kullanılmasına rıza göstermeye başlayınca, kendi özüne yabancılaşır. Kendi özüne niçin yabancılaştığını içi bilir; daha doğrusu sezer. Kendisini araç olarak kullanan eşine içten içe müthiş bir öfke ve kin duyar. O nedenle bu tür evliliklerde yüzler dost ama özler birbirine düşmandır.
Bu tür evliliklerde oluşan yakın düşmanları değişik sosyal ortamlarda gözlemek mümkündür; otuz yıl evlidirler ve o lokantada oturdukları bir saat içinde birbirlerine söyleyecek hiç bir şeyleri yoktur. İkisinin de suratı asık boşluğa bakar dururlar.
Kadın kendini çocuklara verir ve onları denetlemek ve yaşamın bütün anlamını onlarla ilişkisinden çıkarmak için çocuklarının bağımsız kendine güveni olan insanlar olarak yetişmesine olanak yaratamaz. Bu tür annelerin çocukları ana bağımlı olmaktan kurtulamazlarsa kendi evliliklerinde mutluluğu bulamazlar. Anne çocuklarının evliliğine sürekli burnunu sokar ve onlara rahat vermez.
Erkek kendini işe verir. “Ailesi için para kazanan fedakar baba” rolüne girer ve çocuklar babaya hasret büyür. Babadan babalık görmeyen, anne tarafında sürekli denetlenen ve kullanılan çocuklar duygusal olgunluğa erişemezler; onlar da kendi anne ve babaları gibi birbirlerini bir ‘şey’ için araç olarak kullanan evlilikler kurarlar ve bu hastalıklı durum kuşaktan kuşağa aktarılır gider.

 İnsanların Sahibi Değiliz
Hayatlarını kolaylaştırmak için insanlar birçok şeyi değiştirir. Koltuk takımının yüzünü, evinin boyasını, arabasını, televizyonunu, tabağını, masasını, mutfağını değiştirir.
Neden bu değişiklikleri yapmak ister?
Hayatını kolaylaştırmak ve istediklerini elde etmek için.
İnsanlar bir diğerinin huyunu, suyunu aynı nedenden değiştirmek ister. Kadın hayatını kolaylaştırmak ve kendi istediğini elde etmek için kocasının huyunu suyunu ve davranışını değiştirmek ister; erkek de kendi istediklerini elde etmek için karısını değiştirmek ister.
Burada gözden kaçırılan en önemli nokta şudur: sahip olduğumuz eşyaları istediğimiz zaman değiştirebiliriz. Hiçbir koltuk takımı, masa ya da mutfak, beni niçin değiştiriyorsun, diye itiraz etmez ve direnç göstermez. Ama insanların sahibi değiliz.
İnsanların değişmesi için insanın bizzat kendisinin değişmeyi istemesi ve bu zahmetli uzun süreçte ısrarla işin peşini bırakmaması gerekir.
Bir insanın kendini değiştirmesi, çok istese ve kendini bu değişime yüzde yüz adasa bile, çok zahmetli ve zor bir süreçtir.
Değişmenin zahmetli ve zor bir süreç olduğunun farkında olmak yetişkin olgun biri olmanın önemli adımlarından birini oluşturur.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder