14 Ekim 2011 Cuma

UMUDA YOLCULUK

                                       

İşte yine her zaman ki gibi oldu. Hayaller kuruldu, anılar dinlendi, henüz yaşamadıklarımıza özlem duyuldu. İşte yine her zaman ki gibi aynı sonla bitti. Beklentilerimiz yarım özlem duyduğumuz şeyler çok uzakta kaldı.
Bir cümle vardı, kitaptan mı okumuştun, yoksa bir filmden mi duymuştun. Hatırlıyorsun o cümleyi ‘hayaller güzeldir lakin hayat hayalleri beklemez’. Bütün gece hiç durmadan ağlamıştın hep kendine niye ben? Sorusunu soruyordun. Şimdi değil ama bir gün öğreneceksin. Ya sende eksik bir şeyler var ya onlarda bunu o gün anlayacaksın. Hayat seni her zaman kabul etmez. Sen hayatı kabul etmelisin. Sana aklın kadar bir alan verilir ve artık o senin yaşamın olur. Hayatı kabul etmelisin ama yaşamın seni şekillendirmesine izin vermemeli yaşamı sen şekillendirmelisin.
Girdiğin ortamları sevmeyecek, beğenmeyeceksin bunları hak etmediğini bile söyleyeceksin. Sınavlara gireceksin daha güzel alanlar, ortamlar için, tıpkı bu alana gelebilmek için girdiğin sınav gibi. O sınava girerken daha güzel düşlerin vardı, amaçların burada olmak değildi ama kader dediğimiz bu acımasız hayat senin burada olmanı istiyor. Yapman gereken tek şey artık en çekilmez anları en vazgeçilmez anlar yapmak… Bu alanda tek başına değilsin sevdiğin sevmediğin, uğruna ölebileceğin ve öldürebileceğin insanlarla yaşamak zorundasın. Hiçbir zaman kalabalığa aldanmamalısın, dört bir yanın insan yığınıyla doludur. Çıkışlı bir yol bu her şey her zaman dilediğin gibi olmuyor, bunu sen çok iyi biliyorsun. Beklentilerin,  umutların yarım kalıyor, hedefine koşarken küçük bir taş bile hızını kesmeye yetiyor, hatta bazı zamanlar seni yoldan çıkarıyor ve yine bazı zamanlar düşüp dizlerini kanatıyorsun, kimse gelip yaralarını sarmıyor. Kan akıyor insan yığını seyrediyor. Canın yanıyor, insan yığını arkasına bakmadan gidiyor.
Zaman geçiyor büyüyorsun. Hayat her şeye rağmen hızla dönüyor. Bıktın artık her gün, her an özlemekten ve düş kırıklığı yaşamaktan. Buradasın… ‘özlemlerin sana gelmezse sen özlemlerine git’ bu cümleyi bir kitaptan okumuştun şimdi aklına geldi.  
Evet sen artık özlemlerine gideceksin, onların sana gelmesini beklememelisin artık. Umudunun rengi mavi, sevdanın kırmızı yaşadığın karanlıktan ve büründüğün bu manasız matemden çıkmanın tam sırası. Şimdi keşfetme zamanı. Konuşuyor görüyorsun her şeyin başındasın şimdi. Öncesini saymıyorsun, son defa geriye dönüp bakıyorsun, geride gördüğün tek şey sağır, dilsiz, kör bir insan. Bu sensin. Yeni yaşamında ki ilk tiksintini duyuyorsun. Nasıl yaşamışsın şimdiye kadar, nasıl? Bu cümleyi kendine hiç sormamış kabul ediyor hemen unutuyorsun. Artık yeni bir yaşamın var, aslında yeni değil uzun zamandır buradasın, yeni fark ediyorsun çevrendekileri, bakmakla – görmek arasında ki farkı bile yeni keşfediyorsun. Yaşamaya çalıştığın insanları görüyorsun artık. Çok kötü diye suçladığın insanların içinde aslında bir hazine yattığını, altınla örülmüş bir kalbi olduğunu, iyi dediklerinin, gönül verdiklerinin de şeytanla kardeşlik ettiğini görüyorsun. Öğrendikçe acı çekiyor ve yine öğrendikçe umut doluyor yüreğin.
Aklın almıyor, bünyen kaldırmıyor. Nasıl kandırmışlar seni ufak çocuklar gibi, nasıl sahteymiş tüm gülüşler. Kaçıp gitmek istiyorsun. Geriye her baktığında tiksindiğin kendini görüyorsun. Dönemezsin, söz verdi kendine, çiğneyemezsin kendini. Hayat bir savaş alanı 
Yaptığın bu ilk savaşta ilk kurşunla kendini öldüremezsin.
Bazen kendini başka yüzlerde buluyorsun. İşte benim gibilerde var diyorsun. Sana onların maske olduğunu söylüyorlar. İnanmıyor inanmak istemiyorsun. Sonra gidip kendin çıkarıyorsun o maskeleri. Geçecek diyorsun, bunlarda ge-çe-cek. Güzel günler gelecek bulacaksın doğru insanları, umudunu yüreğinde sımsıcak tutuyorsun.
Kalabalık bir insan alanının içindesin, aynı ülkenin içinde farklı kültürlerle yoğrulmuş insanlar. Senin hiç görmediğin, bilmediğin o bilmeyipte özlemini duyduğun memleket kokularıyla gelmiş her biri. Hepsinin ayrı ayrı gözlerine bakıyorsun bütün gözlerde aynı şeyleri  görüyorsun, biraz umut biraz korku. Kimi ailesinden, kimi yaşadıklarından kaçıp gelmiş ve onlar için burası bir umut. Kayboluyor çoğu bu çok kalabalık insan yığını içinde.
Kim bilir arkalarında ne zaferler, ne yenilgiler bırakıp geldiler. Bazılarının yüzlerinde çok derin çizgiler, hala bitmeyen kavgalarının sonucunda gelmişler buraya, bir umut diye. Yaşamdan bıkmamışlar onun gibi…,
O; 31 yaşında işini kaybetti, 32 yaşında bir hukuk kavgasını, 34 yaşında işini tekrar batırdı, 35 yaşına geldiğinde çocukluk aşkı öldü, 36 yaşında sinir krizi geçirdi, 38 yaşında eyalet seçimini kaybetti, 43-46-48 yaşlarında da kongre seçimlerini kaybetti, 55 yaşında eyalet senatörü olamadı, 58 yaşında gene senatör olamadı ve o 60 yaşında ABD başkanlığına seçildi. Onun ismi ABRAHAM LİNCOLN’ dü. Asla vazgeçmedi.
Asla vazgeçmeyin; kaybedenler yalnızca vazgeçenlerdir. İşte onlar vazgeçmeyenlerdi, savaşlar, yenilgiler onları yıkmadı, çünkü onların umudu vardı.
Bu alandaki keşfe devam ediyorsun. Onları bir bütün olarak değilde grup grup inceleyebiliyorsun. Çünkü hepsi grup grup. Grubun içindekiler, dışındakilere hayalet gibi bakıyorlar, sanki her an senin dedikodunu yapıyor sanki her an seni konuşuyor gibi geliyor sana, öyle bakıyorlar ki seni sana yabancılaştırıyorlar. Seni hiç sevmeyenler var, senden nefret edenler, düşmanların. Bir gün okuduğun bir gazete kupürü vardı. Yazılanlar çok hoşuna gitmişti, onu kesip odanın duvarının en görkemli köşesine asmıştın. Şöyle diyordu; ‘Dostlarından korkma en fazla ihanet eder, düşmanlarından korkma en fazla öldürür! Umursamazlardan kork, ne öldürür, ne de ihanet eder… Sadece seyreder?’ İşte sen bu yüzden seni sevmeyen herkesi iki kat daha fazla seviyorsun. Biliyorsun ki onlar senin düşmanın, başına kötü şeyler gelirse bilirsin ki onlardan.
Gözlerin başka bir grupta şimdi. Birkaç kişi bir köşeye sinmişler öylesine oturuyorlar. Öyle izlenim sergiliyorlar ki sanırsın oturdukları yerde dünyayı kurtarmanın planını yapıyorlar, beyinleri öylesine meşgul ya da düşünebilmek için ihtiyaç duydukları beyinleri bile yok, o yüzden bu kadar vasıfsız, çaresiz duruşları kendilerine yetmezken dünya ile nasıl iletişimde bulunabilsinler ki. Onları orada öylece bırakıyorsun. Kim bilir belki de dünyanın kurtarıcılarıdır onlar.
Başka bir gruba kayıyor gözün. Sürekli hiç durmadan akınsızca konuşuyorlar. Ne konuştuklarını anlamaya çalışıyorsun anlayamıyorsun. Çünkü onlarda bilmiyorlar ne konuştuklarını ortaya bir laf atıyorlar, kelimeler havada sallanıyor. Biri kalksa da mandallasa diye manasız, anlamsız gözlerle etrafı süzüyorlar. Ağızları dilleri var değerlendirmek istiyorlar herhalde diye düşünüyor onları orada bırakıyorsun.
Kafanı çevirdiğinde sana bakanları görüyorsun sen sormadan cevaplıyor, soru soruyor cevabı beklemeden başka sorulara geçiyorlar. Paylaşımlara öylesine aç kalmışlar ki, yalnızlıktan yalandan riyadan o kadar sıkılmışlar ki. Bir dost eli, bir çift göz arar olmuşlar. Amaçlarından, umutlarından vazgeçer hale gelmişler. Yardım edin bize der gibi bakıyorlar.
Herkes adeta kapanda yaşıyor. Fare kapanı gibi, fareler delik açmak için yıllarını verirken, onlarsa delikleri kapatmak için amansız bir uğraş veriyorlar. Herkes kapanın parmaklıklarından dışarı öcü gibi bakıyor.
Sesler yükseliyor diğer taraftan onlara yöneliyorsun, muhteşem aydınlık yüzler görüyorsun. Hararetli hararetli konuşmalara tanık oluyorsun. Olanlara yorum yapıyorlar, olacakları sıralıyorlar bir bir. Düşünüyorlar, dünyayı kurtarmayacaklar belki ama kendilerini kurtaracaklar belli, amaçları var, önlerindeki yol çıkışlı görüyor, biliyorlar. Asker gibi zırhlarını üzerlerine almışlar. Yenilgilere ve zaferlere açık, yürümeye, koşturmaya ve yeri geldiğinde emeklemeye bile hazırlar. Ve onlar biliyorlar bir dostun üzüntüsüne kimin iştirak edeceğini. Ve biliyorlar başarılarına iyi niyetle kimin katılacağını. Ve onlar yine biliyorlar; Başkalarının başarılarına iyi niyetle sevinmek çok yüksek bir ruh hasleti icap ettirir.     
Kıdemlilerimiz geliyor sonra bu alana, bizi eğitecek yol gösterecekler, doğru ile yanlış arasındaki farkı öğretecekler. İleride bizim onların yerine gelebilmemiz için uğraşanlar. Onlarında amaçları var, ölüme bile amaçla gittiğimiz geliyor aklına gülümsüyorsun. Hepsi aynı görev üzerine burada bulunuyorlar ama bizimkiler gibi onlarında farklı beklentileri olduğunu görüyorsun. Bazıları bir şeyler öğretmek, yaralı bir insan yığını yetiştirmek için diğerleri ise parasını kazanıp gitmek için.
‘Değerli arkadaşlar’ bu cümleyi çok sevdin sen. Kıdemlinin birini niye sevdiğini sordular sana. Sende onlara cevap olarak her konuşmasına ‘değerli arkadaşlar’ diye başlıyor işte bu yüzdendir benim o kıdemliyi sevmem demiştin. İnsanları sınıf sınıf ayırmıyor, geldiği yere, konuştuğu dile, yaşadığı ortama bakmadan karşısındakinin her şeyden önce insan olduğu ve değerli çok değerli hatta tabiattaki en mükemmel yaratıklar olduğunu ve karşısındakinin kendisini mutlu hissetmesini sağlıyor.
Bugün buradayız, yarın belkide çok farklı kulvarlarda olacağın geliyor aklına. Televizyonda izlediğin at yarışına benzetiyorsun her şeyini yinede içinde ki umut hala sımsıcak.
Bu yaşamdaki keşif yolculuğunu tamamlıyorsun. Artık geriye hiç bakmıyorsun. Biliyorsun ki çıktığın bu yokuş elbet bir gün düzlüğe varacak. Ve o gün senin zaferin olacak. Umut dolu günlere….


 UMUTELEŞTİRİYAZILARI2003
 Yazar: Füsun Gülten Eralp                                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder